Amasya Gazetesi Yazarı Rüya Güleç |
– [ Translate this page ]
Korku Geldiğinde / 09.11.2009 – Köşe Yazıları
9 Kas 2009 … Tiktakları duyuyor musun Lali? Korkuyorum. Herkes gibi, herkes kadar, belki biraz daha fazla. Açılan kapılardan geriye dönmek mümkün değil. …
http://www.amasyagazetesi.com/yazi.asp?YID=15&ID=527 – Cached
İnternet yazdıklarımızı paylaşmak konusunda tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar büyük bir özgürlük sağlıyor. Ancak zaman zaman bir bilgi kirliliği yarattığı da aşikar. Metinlerin imzalarından ayrılarak dolaşıma girmesi aslında metnin içeriğinden de bir şeyler alıp götürüyor. Bağlamından koparılmış olan metin artık aynı şeyleri söylemiyor. Bu hiç de hoş bir şey değil. Zamanında okuduğum bir sosyal psikoloji deneyi vardı. İki gruba aynı paragrafı okutup yorumlamalarını istiyorlar. Paragrafta yanılmıyorsam toplumsal bir durum hakkındatespitler yer alıyordu. Ancak gruplardan birine verilen paragrafta imza olarak Lincoln diğer gruba ise Lenin kullanılmıştı. Deneye katılan gruplar arasında yapılan yorumların ne kadar farklı olduğunu tahmin edebilirsiniz. Dolayısıyla bir metnin ne söylediği kadar kimin, ne zaman, nerede, nasıl söylediği de önemlidir ve bağlamından kopan metin yazarının niyetinin tamamen dışında bambaşka anlamlara gelebilir. Üstelik okur da düşünce silsilesinin devamını izleyemez. Okuma işlevsiz hale gelir. Düşünce üretimi sağlıklı bir şekilde ilerleyemez.
Yakın zamanda internet araçlarının biraz daha gelişerek bu durumun önüne geçileceğini tahmin ediyorum. Örneğin şimdiden üniversitelerde kullanılan “ödevlerde çalıntı saptama” programları var. Benzer bir araç yakında çıkar diye umuyorum. Siz internette bir metin yayımlayacağınız zaman tüm interneti tarayan ve tıpa tıp tekrarı yakaladığında uyarı veren bir programın eli kulağındadır. Benzer bir durum e-yayınevimiz altkitap‘ta da başımıza geliyor. Ücretsiz olarak indiriliyor olmasına rağmen yine de birileri bizim kitapları kendi sitelerinde yayınlamakta bir sakınca görmüyorlar. Adımızı silmedikleri için sorun etmiyoruz ama doğrusu sadece bağlantı vermeleri. Ama içerik üretmek konusunda çok tembel olan kimileri her şeyi yağmalamakta kendilerini son derece özgür hissediyorlar. Twitter’da bile sevdikleri twit’leri retwit etmek yerine kendilerininmiş gibi yazan o kadar çok kişi var ki… Bilginin anonim hale gelmesi ve demokratikleşmesini sağlayan doğru örnekleri anmak gerekli bu noktada : wikipedia böyle bir ortam. Yazarlarının anonim olduğu bu ortam herkese açık ve kendine has etik kuralları var. Yakın zamanda yapılan karşılaştırmalı analizler wikipedia’nın saygın ansiklopediler kadar (belki de daha fazla) güvenilir hale geldiğini gösterdi. İngilizce wikipedia gerçekten de inanılmaz bir hızla büyüdü ve müthiş dinamik bir bilgi kaynağı haline geldi. Aynı cümleleri Türkçe wikipedi için de kurmak isterdim ancak ne yazık ki içerik üretimi konusunda çok çalışkan değiliz. Oysa İngilize bilenlerin, her gün bir paragraf İngilizce wikipedia’dan çevirmeleriyle müthiş bir hizmette bulunacakları açık. Bir tür wikipedi seferberliği yapmakta yarar var galiba. Uzun lafın kısası, yakın bir gelecekte internet ortamının dünyasında nasıl yaşayacağımızı daha iyi öğreneceğiz.
>Anladığım kadarıyla "yazar"ın adı Rüya Güleç, Öz Güven ise köşenin adı. Uzun Hikâye'deki söyleşinizi merakla bekliyorum.
BeğenBeğen
>Hiç şaşırmadım arkadaşım. Üniversite gibi bilim üretilen yerlerde bile intihal olunca internetten yazı çalınması daha kolay…
BeğenBeğen
>Yazınızı büyük bir dikkatle okudum. Bence çok önemli bir noktaya değinmişsiniz. Evet internet her türlü bilgiye en kısa zamanda ulaşmamızı sağlıyor. Ancak aynı zamanda insanı tembelleştirdiği ve "çalma" eylemini kolaylaştırdığı da bir gerçek. Sizin de söylediğiniz gibi insanlar bir yerlerde okudukları bir cümleyi, metni kendilerininmiş gibi yayımlamaktan hiç çekinmiyorlar. Üstüne üstlük kimliklerini çok rahat gizleyebildiklerinden, sizin verdiğiniz örnekte olduğu gibi, bu işi abartıp her yazdıklarını bir yerlerden alıp atıfta bulunmadan yayınlıyorlar. Sanal dünya sahte ile gerçeği ayırmamızı iyice zorlaştırdı. Bunun boyutları ise bazen beni ürkütüyor.Her türlü bilginin her zaman herkese ulaşabilir olmasından yanayım. Ancak özgün metinlerin, öykü, roman vs. bu tarz çalma olaylarına maruz kalmaması için de bir şeyler yapılmalı. Umarım böyle bir teknoloji kısa zamanda geliştirilir.
BeğenBeğen
>Rüya Güleç bir Pierre Menard olamaz mı ?
BeğenBeğen
>kendi geliştirdiğim büyük teorimi açıklıyorum.Borges'e saygıyla.yazılışları arasında zaman farkı olan herbir yazı (hertürlü eser);kelimesi kelimesine aynı olsa bile birbirinden farklıdır.
BeğenBeğen
>Bugün tam da bu konu ile ilgili neler yapılabilir diye düşünüyordum, yazınızı okuyunca aklımdaki bazı soru(n)ları da düşündüm. Merak ettiğim bir kaç şey var; altkitap'ta yayınladığınız kitapları nasıl bir çözümle telif hakkı sahibi yapıyorsunuz? Bir diğer sorum da yazarlar basılan kitaplarını hangi aşamada(yayınevine götürdükten önce ya da sonra) eserinin sahipliğini üstleniyorlar ve telif için nereye başvuruyorlar?
BeğenBeğen
>@AnılA Yazarlar kitaplarını yayınlatırken yayıncıyla bir sözleşme yaparlar. Bu hukuki bir belgedir ve telif haklarını garanti altına alır. Uzun ve ayrıntılı maddeler yer alabilir, yazara kac baskı için ne kadar telif ödeneceğinden tutun da eserin çeşitli ortamlarda yeniden üretimi için gerekli koşullara kadar birçok madde bulunur. Biz altkitap.com'da -bildiğiniz gibi- kitapları ücretsiz olarak yayımlıyoruz. Okurlar ücret ödemeksizin kitapları bilgisayarlarına indirip okuyabiliyorlar. Yazarlarımız ile bir anlaşma imzalıyoruz. Bu durumda kitabın telif hakları yazar açısından tanımlanmış oluyor, yazar ileride başka bir yayınevine vermek istediğinde anlaşmamız sona eriyor. Eser sahipleri, eğer bir yayınevi ile anlaşma imzalamamışlarsa ve eserlerinin mutlaka kendi adlarına tescil edilmesini istiyorlarsa bir noterden tasdik ettirmeleri de mümkün. Ama bence bu pahalı ve gereksiz bir süreç. Günümüzde bilişim teknolojilerinin geldiği noktada metninizin size ait olduğu, sizin bilgisayarınızda yazıldığı vb ayrıntılar zaten eserinizi garanti altına alır.
BeğenBeğen
>Ben de çok şaşırdım. Buna aracı olmak da şaşırttı. "Alıntı" eğitimini üniversitede, o da bazı bölümlerde öğreniyor olmamızla da ilişkisi var sanırım. İlköğretimden başlayarak, yazı kopyalama, alıntı yapma gibi bir iki derslik önlemler alınabilir. En azından bu bilincin oluşmasına hizmet edebilir.
BeğenBeğen
>@Cihan Aslında bunun alıntı / intihal eğitimiyle de bir ilgisi yok. Her okur yazar şunu çok iyi bilir: Başkasının yazısının altına imzanızı atıp sizinmiş gibi yayımlamak yanlıştır.
BeğenBeğen
>Cevaplarınız için teşekkür ederim.
BeğenBeğen
>Murat Bey , yasal olarak ilgili gazeteye açacağınız tazminat davası ( ki anladığım kadarı ile bu yazarın ilk eylemi de değil) gazetenin yerel basın aracı olması da dikkate alınırsa , başını ciddi olarak ağrıtacağı için etkili olur.Kaldı ki , cezai olarak ta suç teşkil eden bir fiil ve sürekliliği var.Yetki yönünden de sıkıntı olayacağı için avukatınızın İstanbul Mahkemeleri aracılığı ile bu davayı açması yeterli olacaktır.
BeğenBeğen
>Merhaba,Bence burada mecranın internet olması, iyi niyetli de olsa alıntıların eser sahibine atfedilmesinde sorunlara neden olabiliyor. Internette arama yaptığınızda, örneğin bir çok şiirin altında başka bir şairin adı yazıyor. Buradan yapılan alıntılarla da aynı yanlış yüzlerce kez tekrarlanıyor. Bu yanlışlıkların hepsinin de kötü niyetle yapıldığını düşünmüyorum. Sorun bizler gibi internet kullanıcılarının herhangi bir esere basılı olduğu kaynaktan çok, internet üzerinden erişme rahatlığına alışmış olmamız. Tüm iyi niyetlerine rağmen Moğollar Grubu’nun başına gelenlerden herkes haberdardır sanırım. Internetten araştırdıklarında Can Yücel’e ait olduğunu sandıkları bir şiiri besteleyip, albümlerinde yer veriyorlar ve yaklaşık 5000 adet CD üretildikten ve satışı başladıktan sonra eserin sahibinin uyarısı ile yaptıkları yanlışı farkedebiliyorlar. Bence rahat koltuklarımızdan kalkmalıyız ve kütüphanemizdeki kitapların sayfalarını çevirmeye üşenmemeliyiz. Selamlar.
BeğenBeğen
>Ben biraz olumlu açıdan bakmak istiyorum intihal olayına… Kendimi yeni bir MG hikayesinin içindeymişim gibi hissettim. Önce Rüya Güleç adında olmayan bir yazarla tanışıyoruz. Sonra HG'nin 1992 Mart sayısına bir zaman yolculuğu yapıyoruz. Sonra İTÜsözlük aracılığıyla ilginç bir Nazlı Ökten yazısına ulaşıyoruz. Bir de okuyucu yorumları var tabii…Canlı bir hikayenin içide değiliz de neredeyiz?
BeğenBeğen
>Bu bir öneri mi yoksa? 🙂
BeğenBeğen
>MG'nin "Kendini Orhan Pamuk Sanan Adam" öyküsünde intihal çok ileri boyutlara taşınmış. Bırakın metinleri çalmayı, yazarın kendisini bile çalmayı düşünen bir adam var orada…
BeğenBeğen
>Rüya Güleç diye biri yok elbette… Bu hikayedeki tek gerçeküstü -gerçekdışı mı demeliyim?- unsur, Rüya Güleç diye bir yazarın var olmaması…Kafka'nın "Değişim" öyküsünde de, tek gerçeküstü unsur, Gregor Samsa'nın bir sabah uyandığında kendini böcek olarak algılamasıydı. Geri kalan herşey, aşırı derecede -hatta acıtıcı derecede- gerçekti…
BeğenBeğen
>Murat Bey,her okur yazar bunun yanlış olduğunu bilir; ama gerçekteno yaratma sürecini yaşamamış, hayalini kurmamış, heves etmemiş olanlar anlayamaz.. Anlayabilenler ise herhangi bir ödev için metin yazarken dahi yer verdiği bir cümlesi için yazarının adını anmazsa büyük bir huzursuzluk duyar, değil bir yazı altına kendi imzasını atmak..Bazen metinlerinin altındaki imzaya bakmadan tanıyabiliyor insan neyse ki yazarını, sizi de öyle..(Bu tanışıklık üsluptan, kelimelerden çok okurun metinle kurduğu ilişkiyle, tabi olduğu hisle ilgili sanırım..) Tabii alıntıyı yapanla başlayanlar için durum karışık olabilir.. İnternet böyle sinir bozucu sorunlara gebe; ama çözüm de ondan doğurtulacak..
BeğenBeğen
>(Ç)alıntı hayatlar üzerine yazmak gerek aslında! güzel bir öykü ve hatta zorlansa roman bile çıkar sanki… Ben bir blog yazarıyım. öyle çok okunan, bilinen, hayran kitlesi falan olan biri de değilim. Yazmayı seviyorum ve 2006 yılından beri de blogumda yazıyorum. Öyle çok (ç)alıntı yapan oldu ki en sonunda, benim blogumu adıyla sanıyla alıp yayınlayan birinin peşini bırakmadım, ta ki silene kadar yazılarımı. (Yalnız takdir etmedim değil, benden daha çok okuru ve tıklanma oranı vardı) Bir gün, bu yazıların size ait olduğu nereden belli, belki siz de çaldınız dediğinde, bıraktım bütün iplerin uçlarını. İnsana Gerek Bir Yürek yazımda öfkeliydim (ç)alıntı yapana, doğan yeğenime yazmış olduğum yazıyı alıp kullanmış ve ardından da tebrikleri kabul edip, teşekkür etmişti.(http://evrenin.blogspot.com/2010/02/insana-gerek-bir-yurek.html)Kendime ait bir yazıyla karşılaşma halinin ben de yarattığı duyguyu, Bir Adı Olmalı İnsanın yazımda anlatmaya çalışmıştım.(Ç)alıntı hayatlar… Hani şu bloglardan yazıları alıp, her hangi bir link vermeden ya da alıntı olduğunu belirtmeden kendi yazıları, anıları, yaşanmışlıkları, duyguları, akılları, yürekleriymiş o kelimeleri kaleme alan gibi çeşitli bloglara, sitelere, platformlara bu yazıları koyup, yetinmeyip gelen yorumları cevaplayanlar var, ben kendi adıma yoruldum artık YETER AYIPTIR demekten. Gün geçmiyor ki bir yazım, şiirim, yaşanmışlığım, serzenişim, duygum kullanılmasın… Olaya iki noktadan bakmak lazım, ilki fena, tecavüz hissi duyandırıyor çünkü, eh ikincisi az biraz iyi, vay be alıntı yapılacak kadar iyi yazıyorum demek ki, yanında hafif bir böbürlenme ile düşünün lütfen… İyice uç noktalarda şunu düşünmek de olası tabi: Adam emek harcamış, bloglar arasında dolanmış, vakit ayırmış okumuş, beğenmiş, kopyalamış… EMEĞE SAYGI LÜTFEN…(http://evrenin.blogspot.com/2009/12/ip-dedektifleri-bir-ad-olmal-insann.html)Şimdi düşünüyorum da, sizler, yani yazarlar, yazdıklarınızın telif hakkını alamıyorken, ve bu kadar tanınmış ve okunmuş olmanıza rağmen, bir nezaketi çok görenlerle baş edemiyorken, bizler yani blog yazanlar nasıl baş edeceğiz ki bu sorunla… Yasal düzenlemelerin yapılması tek başına çözüm mü? Peki o bilinç… Galiba bütün mesele, değerleri kaybetmekle başladı…
BeğenBeğen
>(Ç)alıntı hayatlar üzerine yazmak gerek aslında! güzel bir öykü ve hatta zorlansa roman bile çıkar sanki… Ben bir blog yazarıyım. öyle çok okunan, bilinen, hayran kitlesi falan olan biri de değilim. Yazmayı seviyorum ve 2006 yılından beri de blogumda yazıyorum. Öyle çok (ç)alıntı yapan oldu ki en sonunda, benim blogumu adıyla sanıyla alıp yayınlayan birinin peşini bırakmadım, ta ki silene kadar yazılarımı. (Yalnız takdir etmedim değil, benden daha çok okuru ve tıklanma oranı vardı) Bir gün, bu yazıların size ait olduğu nereden belli, belki siz de çaldınız dediğinde, bıraktım bütün iplerin uçlarını. İnsana Gerek Bir Yürek yazımda öfkeliydim (ç)alıntı yapana, doğan yeğenime yazmış olduğum yazıyı alıp kullanmış ve ardından da tebrikleri kabul edip, teşekkür etmişti.(http://evrenin.blogspot.com/2010/02/insana-gerek-bir-yurek.html)Kendime ait bir yazıyla karşılaşma halinin ben de yarattığı duyguyu, Bir Adı Olmalı İnsanın yazımda anlatmaya çalışmıştım.(Ç)alıntı hayatlar… Hani şu bloglardan yazıları alıp, her hangi bir link vermeden ya da alıntı olduğunu belirtmeden kendi yazıları, anıları, yaşanmışlıkları, duyguları, akılları, yürekleriymiş o kelimeleri kaleme alan gibi çeşitli bloglara, sitelere, platformlara bu yazıları koyup, yetinmeyip gelen yorumları cevaplayanlar var, ben kendi adıma yoruldum artık YETER AYIPTIR demekten. Gün geçmiyor ki bir yazım, şiirim, yaşanmışlığım, serzenişim, duygum kullanılmasın… Olaya iki noktadan bakmak lazım, ilki fena, tecavüz hissi duyandırıyor çünkü, eh ikincisi az biraz iyi, vay be alıntı yapılacak kadar iyi yazıyorum demek ki, yanında hafif bir böbürlenme ile düşünün lütfen… İyice uç noktalarda şunu düşünmek de olası tabi: Adam emek harcamış, bloglar arasında dolanmış, vakit ayırmış okumuş, beğenmiş, kopyalamış… EMEĞE SAYGI LÜTFEN…(http://evrenin.blogspot.com/2009/12/ip-dedektifleri-bir-ad-olmal-insann.html)Şimdi düşünüyorum da, sizler, yani yazarlar, yazdıklarınızın telif hakkını alamıyorken, ve bu kadar tanınmış ve okunmuş olmanıza rağmen, bir nezaketi çok görenlerle baş edemiyorken, bizler yani blog yazanlar nasıl baş edeceğiz ki bu sorunla… Yasal düzenlemelerin yapılması tek başına çözüm mü? Peki o bilinç… Galiba bütün mesele, değerleri kaybetmekle başladı…
BeğenBeğen