“602. Gece Kendini Fark Eden Hikâye” yeni baskı…

Brr-PlyIYAAjX3D“Hiç biri, tüm o gecelerin içindeki büyülü 602. gece kadar altüst edici değildir. Bu garip gecede sultan, Şehrazat’ın dudaklarından kendi hikâyesinin döküldüğünü duyar. Tüm diğer hikâyeleri ve dolayısıyla kendisini de kapsayan o hikâyenin başını duyar. Acaba okur bu iç içe geçmenin taşıdığı geniş olasılıkları ve tehlikeyi açıkça hisseder mi? Eğer Şehrazat anlatmayı sürdürürse, bin bir gecenin sonsuz ve döngüsel hale gelmiş olan hikâyesinde kısılı kalan sultan ebediyen masalını dinlemeye devam edecektir… Bin Bir Gece Masalları’nda Şehrazat birçok hikâye anlatır; bunlardan biri, adeta Bin Bir Gece Masalları’nın kendisidir.

Kurmacanın sınırları üzerine hayaller kurmayı seven biri olarak bu satırları okuduğumda önemli bir buluş yapmış bilimci gibi heyecanlandım. Oysa ortada bir buluş varsa sahibi de kuşkusuz Borges’ti. Her büyük yazarın okurun üzerinde oluşturduğu etkinin şekli farklıdır, kendine özgüdür. Borges’in metinleri beni zihinsel olarak uyarmakla kalmaz, aynı zamanda çocuksu macera duygumu da körükleyen konular ve atmosferler içerir. İşte yine ilginç bir örnekle zihnimin içinde ne zamandır uyandırılmayı bekleyen Sherlock Holmes’tan mülhem araştırmacı-yazarı harekete geçirmeyi başarmıştı. Hemen kitaplığıma koştum, Bin Bir Gece Masalları’nın Türkçe çevirisinden 602. Gece’yi aramaya koyuldum.”

Yazma eylemi üzerine düşünmeye devam eden Murat Gülsoy, bu kez Borges’in sözünü ettiği o büyülü gecenin izini sürerek genel olarak sanat ve özel olarak edebiyatta temsil meselesinin açtığı kapıdan giriyor yazının bahçesine. Bu bahçede, kendi içine doğru genişleyen resimler, sonsuzluğa doğru düşme hissi veren hikâyeler, roman kahramanı olduğunun farkında olan metakurmaca karakterler, kendinin aynası olan metinler arasında gezinirken bir yandan da kendi edebiyatının köklerini arıyor. 602. Gece, insanlığın bilinen en cesur özgürlük projelerinden biri olarak sahiplendiği modernizmin edebi mirasını tartışırken bu coğrafyadaki izdüşümlerini de Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk gibi kilit isimler üzerinden yeniden ve yakından okuyor.

Mimar Sinan Üniversitesi’nde 602. Gece Semineri

>

Seminer sonrasında gelen sorulardan / yorumlardan birisi ilginçti. Borges’in sözünü ettiği metnin kendine referans vererek sonsuz bir döngü yaratması meselesini karşılıklı yerleştirilmiş iki ayna arasında durup kendini görmeye çalışma deneyimine benzeten dinleyici şöyle devam etti (Aklımda kaldığı kadarıyla): “Metnin yarattığı bu sonsuzluk hissi kişide bir farkındalık yarattığı gibi aynı zamanda bir sonsuzluğa düşüp kaybolma durumu da yaratmaz mı? İki paralel ayna arasında durup baktığımızda önce kendimizin sonsuz kopyalarını görürüz ama bir süre sonra bunu da görmez oluruz.” Doğru bir noktaya temas ettiğinden hiç kuşkum yok. Metakurmacayı, realist temsili, baskın söylemi, mevcut dili kırdığı için hep olumlu bir yaklaşım olarak anlatıyorum (kitapta da seminerlerde de) oysa kendine has tekinsizlikleri olan bir yöntem. Okurun / yazarın bir süre sonra aynaların arasında kalan kişinin durumuna benzer bir rahatsızlığı duyacağı da muhtemel. Karanlığın Aynasında için sıklıkla duyduğum yorumlardan birinin ‘rahatsız edici’ olması da bir tesadüf olmasa gerek.