5 Hafta 5 Roman

İyi yazar olmanın iyi okur olmaktan geçtiğini bilenler için…
Murat Gülsoy’dan çağdaş edebiyatın sıradışı romanları üzerine yeni bir seminer dizisi…

never_let_me_go_m

Dostoyevski’den Yeraltından Notlar, George Orwell’dan 1984, William Golding’den Sineklerin Tanrısı, Antony Burgess’den Otomatik Portakal, Kazuo Ishiguro’dan Beni Asla Bırakma

Batılı entelektüelin yeraltından yazdığı notlar yirmibirinci yüzyılda nasıl okunur?İnsan insanın kurdu mudur? Çocuklar her zaman masum mudur? Özgür iradenin olmadığı yerde iyilikten söz edilebilir mi? Baskı altındaki insan aşkı bulabilir mi? Peki ya aşk kurtuluş mudur?

Modern edebiyatın unutulmaz eserlerinin tartışılacağı bu seminer dizisinde varoluşçuluktan postmodernizme uzanan bir düşünce macerasının izi sürülecek ve farklı roman yazma teknikleri ele alınacaktır.

Başlangıç tarihi: 17 Ocak 2015, Cumartesileri 17:00-19:00
Bilgi ve kayıt için:
Telefon: 0212 359 58 13
E-posta: kurs@bumed.org.tr

Delilerin mezar taşlarından bir karakol inşa etmesi

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında Turgut Özben’in iş takibi için bir devlet dairesine gittiği ve orada memurları ve işleyişi anlattığı bölümler edebiyat tarihimizin bürokrasi üzerine yazılmış en eleştirel örneklerini oluşturur. Memurların küçük iktidar alanlarını nasıl kullandıklarını harika bir şekilde betimler. Tüm o yavaşlık, karmaşa, sonsuz beklemeler, yıldırmalar hepsi devletin birey üzerindeki o muazzam iktidarını an be an yeniden üretmek için özenle tasarlanmış Kafkaesk bir mekanizmanın süreçleridir adeta. Bu bölümde Turgut’un karşılaştığı bir başka iş takipçisi müteahhitin anlattığı hikâye Atay’ın romanlarında pek de değinmediği Doğu meselesine dair çok ilginç bir örnek oluşturur:

“Teminat, dediler: dükkânı sattık. Cebimize de birkaç kuruş koyduk. İhale kolluyoruz. Allah’ın dağında bir yerde bir jandarma karakolu inşaatı düştü kısmetimize. Şarkta bir yerde. Ne adam gider ne vasıta. İnşaata yakın bir kasabada akılsız bir kamyoncu bulduk sonunda: bize malzeme taşıyacak. Kasabayı dolaştım: sokakta dilenen, boş dolaşan ne kadar deli varsa topladım. Sözün gelişi değil, gerçekten deli. Başka kim gider dağın başına? Bir sivrisinekler var: cibinlik deliyor. En delisini de başlarına çavuş koydum. İnşaat yerine bıraktım onları. Deli takımı olduğundan çadır falan isteyen de çıkmadı. Kasabaya döndüm. İçim rahat. Bir kahveye oturdum. Daha ısmarladığım kahve gelmeden bir de ne göreyim, tuttuğum kamyonun şoförü geliyor kan ter içinde. Önümde yıkıldı kaldı. Ne oldu? Ne var? ‘Ah bey!’ dedi: ‘Beni öldürüyorlardı: zor kaçtım ellerinden. Hele o deli çavuş yok mu? Allah korusun!’ Kamyon, inşaat yerine varınca bizim deliler toplanmışlar adamın çevresine: neden geldin, ne yapıyorsun? Temel için taş taşıyacağım, şu kadar fiyata diyecek olmuş zavallı. Sen misin diyen? Adamı öldürüyorlarmış: sen, Allah’ın taşını getirmek için bir de müteahhitimizden para mı alacaksın? Kamyonu bırakıp kaçmış, canını zor kurtarmış. Ah, Mustafa! dedim kendime. Deliler, dedim. Ne akıl varmış sende. Gitmesine gideceğim yanlarına: korkuyorum. Şoför, bir daha uğramam oraya, diyor. Kamyonu bırakmaya razı. Bu nasıl iş dedim. O sıcakta yola koyuldum gene, çaresiz. Şantiyeye vardım. “Baktım toplanmışlar, homurdanıp duruyorlar. Daha hırsları geçmemiş. Çavuş ortalarında. Belden yukarısı çıplak: karnının üstüne bir küçük köpek dayamış. Bu köpeğin hikâyesi de ayrı bir vahşet. Kasabadan yola çıkarken çavuşun kucağında bu köpek. Güldüm: ‘Hırsız gelirse, bundan mı korkacak Selman?’ ‘Yok, bey,’ dedi. ‘Dağ başı bu. Belli olmaz: insan aç kalır. Yemek için saklıyorum bu köpeği.’ Böyle adamlar işte. Gürültüleri bitince cesareti ele aldım: ‘Utanmıyor musunuz?’ diye çattım onlara: ‘Kamyoncuyu kovdunuz. Şimdi ben, temeli hangi taşla yapacağım?’ Selman, köpeği iyice karnına çekti: ‘Sen merak etme bey,’ dedi. ‘Biz taşı buluruz. Buraya da taşırız.’ Öteki delilerin yanına gitti: anlamadığım dilleriyle konuştular aralarında. Sonra, bana bir şey söylemeden dağıldılar: çalıların, tepelerin ardında kaybolup gittiler. Ezan vaktine kadar bekledim. Herhalde kaçtılar diye düşünüp üzüldüm. Bir bakıma sevmiştim onları. Kendine yakın gördün, dersin sen. Öyle diyelim. “Sabaha kadar uyku girmedi gözüme otelde. Şafakla işyerine koştum gene. Baktım deliler toplanmış. Beni görünce sırıttılar. Ben de sevindim onları görünce. Aslında haklı bu adamlar, diye düşündüm. Allah’ın taşına para verir mi insan? Kimin malını kime satıyorsun? Bütün kabahat düzende. Selman yanıma geldi: ‘Bulduk taşları.’ dedi gururla. ‘Böyle iki binaya yeter.’ Derenin kıyısına yığmışlar. Bir de ne göreyim: hepsi kitabe, lahit. Aman Allahım! Senin anlayacağın, köy mezarlıklarında ne kadar mezar taşı varsa sökmüşler; yüklenip gelmişler. Allahım, dedim, mahvoldum. Hepsi de gerçekten Allah’ın taşı. Köylüler gelecekler, beni parçalayacaklar. Hemen kasabaya kaçtım, jandarmaya sığındım: gelecekler, beni öldürecekler! Savcıyı çağırdılar. Anlattım. ‘Bir çare düşünün,’ dedim. ‘Bu köylüler beni sağ bırakmazlar.’ Savcı anlayışlı adam. Düşündü. ‘Bu taşları yeniden yaptırır mısın?’ dedi. ‘Yaptırmak ne demek Taş diye dikilirim mezarlığa.’ Yanına iki jandarma aldı: ‘Gel benimle,’ dedi. ‘Aman’, dedim. ‘Jandarma alayı gelsin birlikte. Masrafı neyse veririm.’ ‘Sen merak etme.’ dedi. Ne yapayım? Gözüm korkmuş bir kere. İş yerine döndük. Ana baba günü. Köylüler gelmişler: neredeyse ameleyle, amele ne demek, bizim delilerle çarpışacaklar. Derenin kıyısına birikmişler, birbirine yaslanmış yatan taşları gördükçe daha beter kuduruyorlar. Herkes delirmiş. Savcı atından indi. Yanına bir tercüman aldı. Ne de olsa hükümet. Köyün ağası da atından inmeyip gelmemezlik edemedi. Ağa anlatıyor, bizim delilerin en akıllısı da sözlerini çeviriyor. ‘Bu yabancı, mezarlarımızda taş bırakmamış. Ne olacak şimdi? Ölülerimizi karıştıracağız. İki satır dua edemeyeceğiz. Bırak bizi de cezasını verelim.’ Savcı, onu soğukkanlılıkla dinledi; düzgün bir iş yapılmış gibi. Sonra: ‘Bunda kızılacak bir taraf yok,’ dedi. ‘Hükümet emri.’ Ağzım açık kaldı: hükümet emri mi? ‘Evet hükümet emri. Cahil herifler, yeni yazının kabul edildiğini bilmiyor musunuz? Bütün nüfus kâğıtları yenilenmiyor mu? Yeni yazıyla almıyor musunuz kafa kâğıtlarınızı artık? Bize Ankara’dan emir geldi. Bütün mezar taşları da eski yazıyla olduğu için değişecek. Hepsi yeni yazıyla baştan yapılacak. Müteahhit de bu işi üzerine aldı.”*

Bu bölümü her hatırladığımda hikâyeyi bu ülkede yaşananların bir alegorisi olarak okumamak için kendimi zorlarım ama yine de beceremem. Delilerin mezar taşlarından bir karakol inşa etmesi… Orada yaşayanların (Kürtlerin? Metinde belirtilmiyor ama tercümanla konuştuklarına göre Türk olmadıkları kesin) geçmişle bağlarının kopması… Üstelik bu kopuşun etkilerinin bir de yazının değişimi ile yani modernleşme ile ikiye katlanması… Devletin yapılan hataların üzerini yeni hatalarla örtmesi… Ve bu döngünün hiç bitmemesi…

* Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, s. 299-301.

Adalet + Zafer = Av

Yaşadığımız zamanı anlamak için hangi kitapları okumalıyız diye sordu bir arkadaşım. İlk aklıma gelenler 1984 ile Dava idi. Hemen hemen karşılaştığımız tüm tuhaflıkların, korkunç uygulamaların, iktidar ile insan ilişkisinin tüm boyutlarının bu iki kitapta çeşitli şekillerde deşildiğini söylemek mümkün. Çürüme ve yozlaşmanın devletin en muktedir noktalarını öldürücü bir hastalık gibi sardığının görünür olduğu günümüzde 1984’deki akıl karıştırma ve gerçekliği çarpıtma tekniklerini okuyarak feyiz alabiliriz. Orwell’in dünyasında bir savaş vardır ama kiminle yapılmaktadır, bunun bilgisi bile sürekli değişmektedir. Gerçeklik o kadar sık ve o kadar büyük ölçekte çarpıtılır ki sonunda insanlar hangi yılda yaşadıklarından bile emin olamazlar. Hem ne önemi vardır bunu bilmenin? Bugün muktedirin söylediği tarihtir, yarın başka bir tarih ilan edebilir ve artık tartışılması teklif dahi edilemeyecek hakikat o olacaktır. 1984’ün unutulmaz işkence sahnesinde iktidarın insanın zihnine tam hakimiyet kurması 2+2=5 dedirtmekle temsil edilir.

“Adalet + Zafer = Av” okumaya devam et

5 Hafta 5 Roman

kafka(Tanıtım Metni) İyi yazar olmanın iyi okur olmaktan geçtiğini bilenler için… Murat Gülsoy çağdaş edebiyatın sıradışı romanları üzerine bir seminer dizisi başlatıyor.

Kafka’dan Dava, Camus’den Yabancı, Fowles’dan Fransız Teğmenin Kadını, Coetzee’den Yavaş Adam ve Murakami’den Sahilde Kafka.

İnsanın toplumla, devletle, doğayla ve kendisiyle hesaplaşmasının kaydını tutan modern edebiyatın unutulmaz eserlerinin tartışılacağı bu seminer dizisinde varoluşçuluktan postmodernizme uzanan bir düşünce macerasının izi sürülecek ve farklı roman yazma teknikleri ele alınacaktır.

Başlangıç Tarihi: 21 Aralık Cumartesi 14:00-16:00

Yer: Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği

Kayıt: Tel: (0212) 359 58 13 Email: kurs@bumed.org.tr

5 Hafta 5 roman

John+Fowles+The+Collector

 

İyi yazar olmanın iyi okur olmaktan geçtiğini bilenler için… Murat Gülsoy çağdaş edebiyatın sıradışı romanları üzerine bir seminer dizisi başlatıyor.

Kafka’dan Dava,

Camus’den Yabancı,

Burgess’den Otomatik Portakal,

Fowles’dan Koleksiyoncu,

Coetzee’den Yavaş Adam

İnsanın toplumla, devletle, doğayla ve kendisiyle hesaplaşmasının kaydını tutan modern edebiyatın unutulmaz eserlerinin tartışılacağı bu seminer dizisinde varoluşçuluktan postmodernizme uzanan bir düşünce macerasının izi sürülecek ve farklı roman yazma teknikleri ele alınacaktır.

(4 Mayıs, 11 Mayıs, 18 Mayıs, 25 Mayıs, 1 Haziran)
Cumartesileri 14:00-16:00 arası…

Bilgi ve kayıt için:
Tel         : 0212 359 58 13
e-posta: kurslar@bumed.org.tr