Yıllar önce başıma gelmişti, halen de ne vakit yeni bir öykü ya da roman yazmaya başlasam aynı korkuyu duyarım: aklıma gelen “parlak” fikri daha önce bir yerde okumuş ve sonradan unutmuş olabileceğim korkusu. Bir keresinde sayfalarca aldığım notların daha sonra Paul Auster’ın bir romanının özeti olduğunu fark etmiştim örneğin. İnsan çok feci şekilde yıkılıyor böyle zamanlarda. Hem o parlak fikri kaybetmiş oluyor hem de bundan önce yazmış oldukları hakkında da bir kuşkuya kapılıyor. Bu duruma psikolojide kriptomnezi (cryptomnesia) deniyor.
Edebiyatta bunun en çarpıcı örneklerinden biri Nabokov’un Lolitası’dır. 1955 yılında yayımlanmış olan roman bir edebiyat öğretmeninin pansiyoner olarak yerleştiği evin kızına tutkulu bir aşkla bağlanmasını, bu uğurda hiç hoşlanmadığı halde kızın annesi ile evlenmesini ve “şans” eseri annenin ölümünden sonra kızla sapkın bir aşk ilişkisi yaşamasını konu alır. Edebi göndermeler ve oyunlarla dolu olan eser bazılarına göre hayasız bir hikaye, erotik motiflerle süslü bir romandır kimilerine göreyse Nabokov’un yaptığı Dostoyevski, Kafka çizgisinde gerçeküstücü bir ironidir. Bu kadar tartışılan bir eserin kaynakları da hep inceleme konusu olmuştur. Gerçek hayattan kimi hikayeler hatta Charlie Chaplin’in ikinci karısı Lillita Grey’le ilişkisi (isim benzerliğine dikkat) öne sürülmüştür Lolita’nın ilham kaynakları olarak. Nabokov çok farklı bir hikaye anlatır Lolita’nın fikrini nasıl bulduğuyla ilgili olarak: Bir gün gazetede bir haber okur. Fransa’da doğa bilimleri müzesindeki araştırmacılar bir maymunu resim çizmeye zorlamışlardır. Maymun eline tutuşturulmuş kömür parçasıyla kafesinin parmaklıklarını resmetmiştir ilk olarak. Bunu okuduğumda, der Nabokov, Lolita romanının hikayesi düştü aklıma.
Oysa ikibinli yılların başında Micheal Maar imzalı bir kitap yayımlandı, adı The Two Lolitas ve de çok ilginç bir sırrı ifşa ediyor. Lolita’nın birebir hikayesi 1916’da Heinz von Lichberg imzasıyla Almanya’da yayımlanmış. Üstelik öykünün adı da Lolita! Maar Nabokov’u aşırmacılıkla suçlamıyor ama bu öyküyü yıllar önce okuyup unutmuş olabileceği ve sonra da kendi fikriymiş gibi yeniden keşfederek yazmış olabileceğini söylüyormuş. Bir başka deyişle tipik bir kriptomnezi vakası olmaya aday görünüyor Lolita! Ama kendi adıma şunu söyleyebilirim: Nabokov iyi ki Lolita’yı yıllar önce okumuş olduğunu hatırlamamış! Yoksa dünya edebiyatı bir başyapıttan mahrum kalacaktı. Kaldı ki bir sanat yapıtı sadece bir fikirden, konudan ya da teknikten ibaret değildir.