Kahramanın Yolculuğu

Başlangıçtan bu yana edebiyat yolculuğu anlatıyor… Homeros’un günümüzden 2800 yıl önce yazmış olduğu Odyssey kahramanın dönüş yolculuğunu konu edinen uzun bir epik şiirdir. Savaş bitmiş artık eve dönme zamanı gelmiştir. Ama yol çeşitli engellerle doludur, baştan çıkarıcı nimfeler, kılık değiştiren tanrılar ve sayısız macera… Üstelik varılacak yerde, evde, yirmi yıl sonra Odyssey ne bulacaktır? Yolda olmanın iki önemli cephesi bir hikayede ele alınır. Yol, kahramanı değiştirir, olgunlaştırır ama onu evinden, geçmişinden uzaklaştırır. Geride bıraktıklarınızı asla bıraktığınız gibi bulamazsınız.

Yolculuk, yer değiştirme kadim dünyanın en cazip konularından biridir. Nasıl olmasın ki, şehirler hava kararınca kapısının kapatıldığı büyük kalelerdir. Dışarısı tehlikelidir. Dışarıda tekinsizin karanlıkta beklediği kaos vardır. Her yolcu bu karanlık ve belirsiz dünyaya meydan okuyan bir kahramandır. Yolculuk insanı hiç bilmediği ve hiçbir kitabın yazmadığı gerçeklerle tanıştırır. O yüzden de varılacak yerden daha önemlidir yolun kendisi. İnsanın hayat içindeki olgunlaşmasının bir metaforudur. Bu yüzden de kahraman kendi macerasını bulmak için yollara düşer.

“Kahramanın Yolculuğu” okumaya devam et

Kim Korkar Popüler Edebiyattan?

Somerset Maugham’ın ünlü anekdotunu mutlaka duymuşsunuzdur. Bir kız lisesinde yaptığı konuşmada iyi bir öykünün şu unsurları barındırması gerektiğini söyler: Din, cinsellik, gizem, soyluluk, edebi olmayan bir dil ve kısalık. Ertesi gün öğretmenlerden biri heyecanla gelir, bu formüle göre bir öykü yazdığını söyler. Maugham ilk fırsatta okuyup değerlendireceğini söyleyince, öğretmen ısrar eder, zaten çok kısadır, hemen okur: “Aman Tanrım” dedi düşes, “Hamileyim! Kimden acaba?”.  Maugham’ın ne cevap verdiğini bilmiyoruz ama bu anekdotun yıllar içinde farklı versiyonlarının halk arasında bir fıkraya dönüşerek anlatıldığını biliyoruz. Genç öğretmen formülü tamı tamına uygulamış gibi. Peki, gerçekten de edebiyatın bu türden formülleri var mıdır?

“Kim Korkar Popüler Edebiyattan?” okumaya devam et

Bjork’un Metakurmaca Şarkısı

Metakurmaca kavramının en güzel uygulamalarından biri Bjork’un Bachelorette adlı video’sudur. Metakurmaca kavramına bu blog’a adını veren 602. Gece adlı kitapta uzun uzun değinmiştim. Bir yapıtın kendinden söz etmesi, kendini konusu haline getirmesi, o yapıtın içeriğinden söz ederken yapıtın yapım sürecinden de söz etme gereksinimi doğurması, metnin kendi üzerine dönmesi (kapanması)… gibi aslında soyut tariflerle anlamaya çalıştığımız bu kavramın beni neden bu kadar çektiğini aslında ben de tam olarak bilmiyorum. Belki bilmek de istemiyorum. Bir yanıyla, Borges’in dediği gibi işin ‘kader’ yönü var. Yani, “kahraman kendine biçilmiş olan hikâyenin / kaderin farkında olduğu için tam da kaderinin gerektirdiği gibi yapar” paradoksu olası tüm ilahiyat açıklamalarını bağlar. Öte yandan sanat yapıtında metakurmacaya baktığımda, beni asıl ilgilendiren tarafıyaratma sürecinin (yaratıcısı, yaratılma ortamı, tarihi, coğrafyası, dili vd) yapıtın konusu haline gelmesidir. İşte bu haliyle metakurmaca Bjork’ün videosunda harika bir şekilde görselleştirilmiş.
Videonun / şarkının kahramanı olan genç kız bir gün toprağın derinliklerinde gömülü bir kitap bulur. Sayfaları bomboştur. Ama o bu boş sayfaları açtığı anda kendi hikâyesinin yazılmakta olduğunu görür. Tıpkı Don Kişot’un zaman zaman yazılmakta olan bir hikâyenin kahramanı olduğunu düşünmesi ve bunu dile getirmesi gibi. Kitabın satırlarında okuduğu her şey gerçekleşmeye başlar. Kitap kendi hayatının hikâyesini anlatmaktadır; yayınlandıktan sonra müthiş bir bestseller’a dönüştüğünü, yayıncısına âşık olduğunu, hikâyenin sahnelendiğini ve sonunda doğa ananın verdiğini geri istemesiyle her şeyin başa döndüğünü görürüz. Video’da bu hikâyenin kendini tekrarı farklı çekim teknikleriyle verilir. ‘Gerçek hayat’ diyebileceğimiz ilk katman siyah-beyaz eski filmler gibi çekilmiştir, hem film hem de belgesel havası verir anlatıma. İkinci katmanda yüksek prodüksiyonlu bir Broadway müzikali şeklinde görürüz hikâyeyi. Daha sonraki iç içe geçmeler bu sahnenin içinde tasarımın git gide sadeleşmesi, ayrıntıların silinip en kaba çizgilerin kalması metakurmacanın nasıl bir sonsuzluk uçurumu haline gelebileceğini bize anlatır. Sanat yapıtının içine sanat yapıtının konması gerçekten de imkânsıza yakın bir hayaldir, üstelik kışkırtıcı bir tuzaktır da.
Bjork’un video’su metakurmaca konusunda yazılabilecek onlarca sayfanın yerini tutacak denli aydınlatıcı. Her aşamasında kendimize soracağımız tüm o paradoksal soruları uyandırmayı başarıyor…

Son bir şey daha: Kitap sahneye çıktığı anda boyutları büyüyor, kitap olmaktan çıkıyor, bir butafora dönüşüyor. Yani bir gösteri nesnesine, sahne eşyasına, bir temsile dönüşüyor. Sahnedeki roman sadece bir roman temsili haline geliyor.

Bir başka not: Metafiction kavramını üstkurmaca değil de metakurmaca olarak çeviriyorum. Bunun nedeni meta- ön ekinin anlam zenginliğini kaybetmemek. Meta eki “sonralık” (metakronizm), “değişim, dönüşüm” (metamorfoz) ve “üst, öte” (metafizik) anlamlarını taşıyor. Dolayısıyla metakurmaca denildiğinde hem “kurmaca-ötesi”, hem “dönüşen-kurmaca” ve hem de “kurmaca-üstü” anlamlarını içeren bir kavram elde edilmişi oluyor. Gerçekten de bu tip kurmaca eserlerde hem kurmacanın dışına çıkma, ötesine geçme deneyimi yaşanır, hem kurmacanın yazım sürecine dikkat çekilerek bir dönüşüm ifade edilir hem de kurmaca kurmaca üzerine önermelerde bulunduğu için bir kurmaca-üstü konum oluşur.