INCEPTION: “Sence filmin sonunda ne oldu?”

>Inception: “Sence filmin sonunda ne oldu?”

Inception filmini izleyenler filmi beğenip beğenmediklerini konuşmadan önce, hemen birbirlerine aynı soruyu soruyorlar: “Sence filmin sonunda ne oldu?”


Sonunda ne olduğu gerçekten önemli mi peki? Rüyalara girmenin, girip de rol almanın, hatta bu yolla insanların sırlarını çalmanın mümkün olduğu bir dünyada geçiyor hikâye. Zaten bu ayrıntı dışında tamamen bizim dünyamızdır hikâyenin mekânı. Fantastik hikâyemizin inanılır kılınması için Borges’in dediğini uygulamış yaratıcı yönetmen. Alef adlı öyküsünün dipnotunda söz eder Borges fantastik öykü yazmanın basit kuralından: Sadece bir tane olağanüstü unsura yer verin, onun dışındaki her şey bildiğimiz dünyadaki gibi olsun. Bu kurala uyulmazsa eğer, ortaya Bin Bir Gece Masalları gibi bir metin çıkar. Yaratıcı yönetmenin bu sözlerin sahibini okuduğuna hiç kuşkum yok. Filmin bir yerinde, afyon tekkesine benzer bir dehlizde toplu halde rüya görmek için yatmış uyuyan insanların başında bekleyen yaşlı adam yoluyla Borges’e selam yollamasından da belliydi.

Rüyalar söz konusu olunca David Lynch’den başkasını çok da içime sinerek izleyebildiğimi söyleyemem. Hele ki karşımızda Amerikan ticari sinemasının bildik kalıplarına hrfiyen uyan bir film varsa… Özellikle filmin ikinci yarısını son derece ucuz aksiyon (aslında çok pahalı büyük prodüksiyon) James Bond filmlerine benzer boş sahnelere teslim etmiş olması ciddi bir hayal kırıklığı yaratmıyor değil. Ama yine de filmde hoş bir taraf var. O da rüyalarda yaşanan kimi deneyimleri sinema salonuna taşıması; düşme hissi, garip geometrik yapılanmalar, rüyanın dengesizleşmesi, rüya içinde rüya görme gibi… Hatta kendine özgü diyebileceğimiz buluşları da var; rüya içinde rüya görmenin yarattığı katmanlaşmanın bilinçdışının katmanlarına benzetilmesi gibi (kuşkusuz psikolojide pek de bir karşılığı yok bu durumun; her şeyden önemlisi bilinçdışının konumlandırılması pek de gerçekteki gibi değil, daha çok gizli saklı ve bastırılmış olanın depolandığı bir ‘bilinçaltı’ gibi anlatılmış ama hikâyeye hizmet ettiği için bence sorun yok); rüyaya yabancı benliklerin karıştığı durumlarda devreye giren savunma mekanizmaları gibi, yerçekimi ile gerçeklik arasında kurulan ilişki gibi (bu başlı başına üzerine düşünülmeye değer bir konu, hele ki benim gibi hala rüyalarında uçan biri için) ve de en güzeli mimari ile rüyaların ilişkilendirilmesi ve Penrose merdivenleri gibi Escher imkânsızlıkları gibi örneklerle bu buluşun görselleştirilmesi. Tabii tüm bunlar filmin teknik / entelektüel yanına işaret eden buluşlar, uygulamalar… Ama bir de filme ruhunu veren duygusal hikâye var. Filmi izlerken tüm fantastik kurguyu bir yana itip çok daha temel insani durumları sorgulatıyor: Evlilik/aşk/iki kişilik bir dünya mümkün mü? Bence filmin gücü bu romantik eksende gizli. Yoksa Matrix örneğinde olduğu gibi filmin sonunda eski felsefi soruları tekrar sordurtmak değil: Bu yaşadığımız dünya da bir rüya mı?

Evet, bu soruyu soruyor izleyici sonunda; ama bu sorunun arkasında filmin bize açıklayacağı hakikati öğrenme merakı yok, hikâyemiz mutlu sonla mı bitti yoksa iç içe açılan rüyalar âleminde mi kaybolduk, aslında bunu anlamak istiyor. Bence bunun pek de bir önemi yok. Önemli olan artık insanların aşk hikâyelerinde bile yalnız olması.

11 Replies to “INCEPTION: “Sence filmin sonunda ne oldu?””

  1. >Filmin sonunu dediğiniz gibi düşünmenin, ne olacağını bilmenin bence de bir önemi yok. Ama elbetteki gerçek dünyayla ilişkilerinin olduğunu sağlayan o objenin hali hazırda hala dönüyor olması rüyadan gerçeğe geçişini her ne kadar anlatıyormuş gibi olsa da bende uyandırdığı his daha çok "ha rüya ha gerçek" gibi bir şey oldu.Özellikle filmin tam kararma ve jeneriğe geçiş aşamasında dönen cismin hafif bir bükülme alması da böyle düşünmemi daha çok tetikledi diyebilirim.Ben rüyaları yeniden sizi okumaya başladıktan sonra sevmeye başladım. Yıllar öncesinde rüyaların bende bıraktığı derin etki onu kendimden uzaklaştırmama, varlığını inkar etmeme neden olmuşsa bile aslına bakarsanız bunun imkansızlığını biliyor bir şekilde yaşamaya çalışmak da hayli ilginç bir deneyim oldu benim için. Yazarken ister istemez herhangi bir kelimenin bir kurgunun içinde rüyalarla haddinden fazla yüzleştim. Şimdilerde gece uykudan uyanıp gördüğüm rüyayı kısa bir süre için düşünüp sonra yeniden uykuya dalıyorum. Çoğu zaman yattığım yerden kalkıp yazmak istiyorum ama sanırım henüz bunun için tam bir itikatım yok. Burası kendime kızdığım nokta.Sizin de dediğiniz gibi rüya içinde rüya görmenin yarattığı katmanlaşmanın bilinçdışının katmanlarına benzetilmesi filmde en çok sevdiğim yerlerdi.Ve hemen hemen her filmimde olduğu gibi tüm bunların aşkla, yaşanılmış bir ilişkiyle ilişkilendirilmiş olması da filmin izlenirliliği açısından daha büyük bir etki yaratıyor. Her ne olursa olsun insanoğlu ufak da olsa kendi iç dünyasına dönüp orada izlediği, dinlediği herhangi bir şeyle bir ilişki yaşamayı istiyor. Ama öyle ama böyle…Son cümleniz için de bir şey demeye kalkmak istiyorum ama sanırım buna hazır değilim. En azından bu yorumda…Her zamanki gibi güzeldi.Teşekkürler.

    Beğen

  2. >ben, "ruyaların aslında saniyeler sürdüğünü" sizin hayalet gemi'deki bir hikayenizden öğrenmiştim. 11 yıldır en sevdiğim hikayelerden biridir. Inception'ı da samimiyetinize güvenerek, bir kaç detay dışında sinema salonunun kliması için izlediğimi itiraf edebilirim sanırım. 3 rüyanın dengesiz olabileceğinin matematiksel hesaplamaları en iyi sahnelerdendi diye naif bir yorum yapmak istiyorum.

    Beğen

  3. >Aşk ve yalnızlık hep yan yana gelmeli ki en çok ilgi çeken anlık ya da günlük ya da asırlıkta olsa gene başa döner ve aşkı içinde barındırır. İnsanların sığlığı ya da düşündüklerini sadece o anda ki filme sonlandırmaları ise bakış açısının bir getirisi olsa gerek…

    Beğen

  4. >meraklıları için bir not:yazıda bahsi geçen 'romantik eksen' formülü aslında nolan'ın tüm hikayelerine sızan bir tür formül adeta. following, memento ve the prestige filmlerine baktığımızda, hep merkeze bir kadının figürü var. her şey bu kadın figürünün çevresinde şekilleniyor. nolan biraz da film-noir türündeki femme fatale tiplemesinden besleniyor. following'de ana karakterin merak edip peşinden gittiği kadın, memento'da hırsızlar tarafından öldürülen eş, the prestige'de yanlışlıkla ölen bir eş ve inception'da intihar eden eş. hep bir "baştan çıkaran kadın" figürüne rastlıyoruz.

    Beğen

  5. >Filmi seyretmeden okumayayım dedim dayanamadım. Şimdi de iyiki okumuşum diyorum. David Lynch çok severim. Twin Peak sayesinde televizyonda gösterilen bazı dizilerin de kayda değer olabileceğini bana öğreten yönetmen:)

    Beğen

  6. >karmaşık ve aksiyon rüya görmekte üstüme kimseyi tanımayan ben bu filmi izlemekten oldukça keyif aldım.Filmin sonunda mutlu sona ulaşıldı diye düşünürken aslında rüyanın derinlerde sıkışıp kalan adam içinse üzüntü duydum.

    Beğen

  7. >Sanki eski eşine oyun oynarken kendisine eski eşi oyun oynamış gibi gözüküyor.hatta kendine tahminim birinci katmanda iken fırdöndüyü çevrdiğinde düşecek bu senin gerçekliğin diye inandırmış olması muhtemel. bakalım ikinci bölümde ne çıkacak karşımıza

    Beğen

  8. >Filmde beni en çok etkileyen şey mekanlardı. İnsanın o devasa binaların dışında ya da içinde ne kadar yalnız olduğuydu. Tek başına. Bu tek başınalık bile rüya kurgusunu doğrulamıyor mu?Ya da kalabalık… Kahramana tanımayan gözlerle bakan, onun da tanıyamadığı insanlar.Bizim rüyalarımız gibi. Bizim dünyamız gibi.Hani,yabancı ve yalnız olduğumuz gibi…

    Beğen

  9. film basta karisik geliyor bu dogru ama ilk 4dk yi dikkattli izlemek gerekiyor filmin ortasi katmanlarda geciyo ztn sonuna gelince bende tereddut ettm ruya mi gercek mi diye ama hem totemin yavaslamasi, hemde rüyada olduğu zaman parmağında olan yüzüğün, parmakta olmamasi aciklayan iki kanittan biri filmde bunu aciklayan bska kanitlarda var

    Beğen

  10. o totemin düşücek gibi olması ama o arada ekranı karartmaları insanı ikilemde bırakıyo. Bide filmin ikincisi mi çıkıyomuş ya. İyice karışıcak kafamız .

    Beğen

Yorum bırakın